3 Mart 2016 Perşembe













 Yanımda yatıyordu işte hayatımın aşkı. Göğsü bir inip bir kalkıyordu nefes alıyordu.. ….neler yaşadık biz neler geçti başımızdan. Bir ben gittim sen geldin, ben yine gittim, sen yine geldin, sonunda ben döndüm gelmek için, sen hep ordaydın ama benim halim yoktu bu sefer.

Sabah günaydın deyişinle uyanmak ………. Sabah yatağın içinde mırlaşmalarimız, bunlar her kula nasip olmaz, kıymetini bilmemiz gerekirdi zamanımızın. Gözüm kapalıyken bile sana sarılmayı seviyorum, uykuda bile senin teninin kokusunu duymak istiyorum. Saclarının kıvırcıkları beni şu hayata bağlayan tek bağ bilesin. Ha bir de uyumadan önce sağ ayağını sallaman uykuya dalma rituelin var ya, artık ben de o olmadan uyuyamayacakmışım gibi geliyor.
Bir de yatak örtüsü meselesi var her sabah o örtüyü “sunu ucundan tutsana kuzum” demeden güne başlayamayışlarımız. Ne basit şeyler dimi ama bunlar olmadan yaşayamam.

Gibi gelirdi…ama yok….yine de yaşıyorum, bakıyorum nefes alıp verirken inip kalkan göğüs senin değil, yüzüme değen saçlar da senin değil, kıvırcık hiç değil, uykuya dalmak diye bir şey yok artık benim için. Göz kapaklarım gözümü kapatıyor doğru, ama insan bütün dünyayı duyarken uyuyabilir mi? Benimki seninle geçirdiğimiz zamanları hatırlamak için gözlerime perde çekmek o kadar. Başka türlü seninle yalnız kalamıyorum. Kimse yatak örtüsünü problem etmiyor, çünkü hayatımızda yatak örtüsü yok, daha birçok şey gibi, böylece bana kimse “kuzum” da demiyor.

Kahvaltıda sağlıklı otlar karışımlar yok, çocukların sütüne pekmez karıştırıp onlara oyunla içirmeler  de yok tabi ben de onlara rol model olacağım diye o pekmezi içmek zorunda değilim.

Hayatım çok büyük hatalarla dolu, acaba hangisine üzülsem derken aslında bir tanesi hayatımı pişmanlık içinde geçirmek için yeterliymiş, daha yeni fark ediyorum. Bitti mi simdi diye kendi kendime soruyorum, sanırım bitti gerçekten bitti diyorum. Bu da bitti.

Bir örümcek ağı benim hayatım, çırpınıp duruyorum, çırpındıkça daha çok dolanıyorum, dolandıkça nefes alamıyorum ondandır hareketsiz durmam.  Şuan o ağda durdum, durup yaşamımı devam ettirmeye çalışıyorum.  Sen şimdi neler düşünüyorsundur neler söylenmişsindir içinden bana …haklısın….. Dünya gözü ile seni bir daha görebilecek miyim bilmiyorum ……


Uzay

(hep az konusurdu)

2 Şubat 2016 Salı

Küçük Yeşil Hafıza Kartı…

Uzay muhafazakar bir ailenin ortanca erkek çocuğu idi ama bunu görüntüsünden asla anlayamazdınız. Hele hele size sadece merhaba diyorsa siz onun için sadece yaratanın yarattığı, saygı duyulması gereken bir canlısınız demektir. Eğer size elini uzatıp iki elinin arasına alıp hatırınızı soruyorsa değerlisiniz,  hele hele “hocam nasılsın hayırlı günler olsun inşallah” diyorsa siz onun nerden geldiğini biliyorsunuz ve olduğu gibi size açılmasında bir sakınca görmüyordur demekti.

Dünyanın en sakin insanıdır bunu laf olsun diye söylemiyorum gerçekten sakindir. Bir erkeğe göre inanılmaz sağduyulu bir adamdır. Hiçbir zaman yüksek sesle konuşmaz, örneğin can düşmanı olduğu insana bile sesini yükseltmeden ve hırsını başka yerlerden çıkartarak ceketini alıp çekip gitmiştir. Bu bana her zaman tersti, hep tam tersi davrandım, ben bağırdım, çağırdım hıçkıra hıçkıra ağladım, her şeyi en üst seviyede yaşayan bir koç kadını olarak ben burcumun gerekliliklerini yerine getiriyordum aslında ;) . O da koç erkeğiydi aslında; ama ben kendi etrafında ortalığı yakan yıkan bir tsunami iken, Onun sadece elini elimin üzerine koyup gözlerime bakması bendeki fırtınanın sönmesine yetiyordu.

Yıllar sonra Ayvalık ta rastladığım bir ahbap ile evin penceresinden saksı atan kadını gördüğümüzde “neden dünyadaki bütün doğal afetlere kadın ismi verilir bilir misin? İşte bu yüzden kadınlar delidir nerde ne yapacağı belli olmaz onları sakinleştiren bir erkeği bulabilirlerse ne ala yoksa vay haline o beraberliğin” demişti. Beni her zaman sükûneti ile sarıp sarmalamıştır her zaman bana duygusal olamamam gerektiğini söylemiştir ve her zaman da haklı çıkmıştır.

Çok sinirliydim sabah evden kızları görmeden evden çıkmıştım görmek istememem onlara açık vermemek için miydi bilmiyorum. Her zamanki gibi elektrik kafede oturup tarz-ı hususi turk kahvemi içiyordum. Yanımda çalışmak için aldığım ders notları vardı ve açık vaziyette önümde duruyorlardı. Maksat etraf ders çalışıyor zannetsin içimdeki hortumu fark etmesin, ne olmuş buna demesin diye bir gizleme idi her zamanki gibi.  Her zaman böyle güçlü görüneceğim diye kaybettiğimi yıllar sonra anladım yoksa bir insan normal şartlarda kalbinin sökülüşünü nasıl izler ya da beyni milyonlarca “hayır” ı  kafatasının içine yerleştirmeyi başarırken kulakları yüksek tondan “ evet”  i nasıl duyar….. işte aynen böyle davranarak; hiçbir şey yokmuş gibi yaparak, can arkadaşının mutlu gününe gitmiş gibi yaparak.

“Hayır olsun Dunya HANIM”  diye bir sesle irkildim.
Başımı kaldırdım bakıyordum ama idrak edemiyordum O nun yanıma geldiğini birden “aaa sen nerden çıktın hoş geldin” deyiverdim. Hakikaten nerden çıkmıştı O ya, hayatım dolu dizgin giderken gayet zirvede herkesin hayran kaldığı bir insanken, O nerden çıkmıştı armagedon gibi hayatıma girmişti.

“valla erken gelmişim bir çay içeyim dedim ama yalnız kalmak istiyorsan gideyim” dedi hep böyle sorular sorar topu bana atardı. Dedim ya fırtınalı bir geceden kalmaydım ve sabah da fırtınadan fırtınadan kalan parçaları toparlamaya çalışıyordum.

“sen bilirsin ama aslında iyi olur notlarıma bakıyordum” dedim ve pişman oldum. O da beklemiyordu ki çekmiş olduğu sandalyeyi yerine yavaş yavaş koydu.

“peki ben çay aliim ozaman” dedi ve gitti çay aldı geldi benim masamın karşısındaki masaya oturdu sigarasını yaktı çayından bir yudum aldı ve gözlerini bana dikti. Ben bunları notlarıma bakıyor gibi görünen iki gözümle çok net görebiliyordum ve O da bunu gayet net biliyordu. Hiç oralı olmadım  ama yavaş yavaş ayak tabanlarımdan bir şeyler yükseliyordu ve kaldırdım başımı

“Hayırdır ya ?”  dedim yüksek bir tonda
“Hayır olsun inşallah Dünya Hanım ne oldu?” 

Ünlü gülümsemesini takınmıştı dudaklarının yanındaki kavis oluşu vermiş, gözlerinin yanında doğal çizgileri oluşmuştu bir kere, karşısında da içinden kara, siyah her tarafı yakıp yıkacak güçte olan bir hortumun çıkmak üzere olduğundan habersiz dünyanın en tatlı suratını takınmıştı.  Hep böyle bakardı bana sinirlendiğimde her can yakıcı sözüme bir sevgi bakışı fırlatırdı bana, ben ne kadar yıpratıcı olsam da O o kadar pamuklara sarar, yağmurlar yağdırır, kimsenin bu halimi görmemesi için etrafıma duvar örer korurdu savunmasızlığın pençesinde cebelleşirken. Bilirdi geçecekti bu depremler, bu fırtınalar.

“ Uzay bak şu an hakikaten sinirim tepemde zaten evden hışımla çıktım sana patlamayayım”

“hah işte tam da bunun için buradayım ne oluyor iyi değilsin anladım”

“ya aman kızlar sinirimi hoplattı ve lütfen şu Melek e açılacaksan açıl ben de kurtuliim herkes kurtulsun valla bak bıktım sizin flörting durumlarınzdan”  ilk silahımı kullandım ve kartımı açık oynadım bakalım ne diyecekti.

“bir dakika bir dakika anlamadım flörting derken biz Melek ile flört mü ediyoruz hmm” dedi ve gözlüklerinin altından gülmeye başladı

 “tamam peki akşam bir şey yapalım sana bu konuyu açıklayayım ne dersiniz sultan hatun?” demişti bana ilk defa aramızdaki bir çok engeli kaldıran iki kelimeydi bu. Ne acayip dimi; bir şekilde beynimi kitliyordu.

Bütün gün konuşuyorduk mesela, gayet normal davranıyordu herkese davrandığı gibi, hatta bazen bana mı öyle geliyor acaba bu adam bana bir şey hissetmiyor sanırım derdim. Ama bir noktada kimsenin görmediği, kimsenin duymadığı bir yerde öyle bir bakış, öyle bir gülüş, öyle bir dokunuş meydana gelirdi ki ya da öyle bir kelime söylerdi ki olduğum yerde donardım, kitlenirdim ve O da bunu çok ama çok iyi bilirdi, resmen benimle eğlenirdi.

“sen beni çıldırtacaksın sanırsam ya sen duymuyor musun kızlarla dün akşamdan sonra kapıştık eğer bu akşam da çıkarsam seninle sanırım yeni bir ev aramam gerekecek!”

“yapma ya, bak sen vay be kızlar yurdu daha rahattı en azından yurtta kimseye hesap vermeden gidebilir sonra da dönebilirdin, şuna bak nazi kampı gibi !?” dedi ve sırıttı.

“ay tamam ben hemen gidiyorum yok yani derse yetişmem lazım hadi görüşürüz” dedim ve…..


                Sonunda kazanan O olmuştu ve biz karlı bir sabahı sıcacık bir öğlen yapabilmiştik. Uzun uzun yemek yedik sonra kahvemizi içerken;

“eeee ne düşünüyorsun Melek ve ben yapabilir miyiz olur muyuz sence ?” küüt diye sordu. Kahvemin ilk yudumu zehir zemberek olmuştu.
Gurur denilen lanetin bütün tavırlarını bir anda takındım ve “ neden olmasın olabilirsiniz tabi” deyiverdim.  Sıçtın kızım Dünya dedim içimden şimdi anlayacak.

“Ole diyorsun demek bence de sonuçta Melek olmasa hayatta ben bu okulu bitiremezdim, onu geçtim, bir de en önemlisi beni her ne yaparsan yapayım seviyor ve asla vazgeçmiyor (yıllar sonra bunların beyin kıvrımların içinde sürekli dolanan bir kurt gibi beynimi kemireceğini bilmeden dinliyordum) . Bir erkek daha ne ister ki” dedi     ve sigarasından uzun bir nefes çekti daha önce de söylemiştim ya bazı adamlar sigarayı bırakmamalı…. Yine söylüyorum sigaranın yakıştığı tek adamdı her zaman hala öyle olurdu eğer sigarayı bırakmasaydı…..
Kendimi aptal gibi hissediyordum tamam kabul ediyordum ilk ben başlatmıştım güya istemiyorum havalarını,  nabız yoklamaktı amacım ama fena sıkıştırmıştı, kalbim ilk orda sıkışmıştı ilk orda nefes almam yavaşlamıştı…. Ama Oskarlık bir performans sergilemeliydim.

“Hakikaten bir erkek daha ne ister, bakıyorum da Melek e; bir kere saflığı ile göz kamaştırıyor, sana deliler gibi aşık ki bazen kadının daha fazla sevmesi mutluluk sebebi, ve her ne olursa olsun asla..” dedim ama çıkamadı ağzımdan bir an durdum ,  bu kısmı beni de ilgilendiriyordu sanki susman  ondandı.

“asla vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek!”

“Aslında ben çok sinirli bir tipim, biliyorum dışardan hiç öyle gözükmüyor. Çok sakinmişim gibi düşünüyor insanlar ama ben sevdiklerimi kırmamak için susuyorum ve eğer o insanla ipleri koparacaksam o  zaman işte bir daha yüz yüze bakamıcak şekilde olayı bitiriyorum. Benim kara kutum da böyle işte. Aslında çok huysuzum ama senin yanında çok rahatım, hafifim sana kendimi anlatma ihtiyacı duymuyorum, bir sözü yüz kere örneklemek zorunda değilim çünkü  sanki aynı hayatı yaşamışız  farklı yerlerde. Bu konuşmayı sana bir kere yapacam bir daha yapmıcam ve bir daha bu aramızda bir konu olarak geçmeyecek: Ben Melek ile yapamam neden biliyor musun sevmediğim için değil, bir çok insan var şu hayatta sevmedikleri insanlarla evlenmiş ve mutluluk rolü yapan. Ben Melek le beraber olamam çünkü Melek gözlerine bakıp hiçbir açıklama yapmadan beni anlayan bir ruh değil.”

Bunları benim gözümün içine bakarak söylemesi oturduğum yerde dik oturmamı sağlamış ve tam olarak neyden bahsettiğimi anlıyorsun değil mi der gibi bakmıştı. Anlıyordum çünkü ben de aynen öyle hissediyordum.

“senin bunu sürekli gündeme getirmeni anlayabiliyorum sonuçta ev arkadaşın ve O nu seviyorsun ve vicdani olarak kendini sorumlu hissediyorsun ama kurtul bu ağırlıklardan akışına bırak nasıl istiyorsan öyle davran ki gerçekler ancak o zaman insanları acıtmadan ortaya çıkar. Bazı şeyleri kapatmaya çalışırsak daha incitici olabiliriz” “iz” biz yani ikimiz O ve ben Uzay ve Dunya.

Cebinden küçük yeşil üzerindeki siyah hafıza blokları gibi duran bir bilgisayar ram i çıkardı, eline aldı parmaklarının arasına ve ilk defa tırnak yapısına eline dikkat ettim. Elleri tam bir erkek eliydi bir şeyi tutarken çok sıkmıyordu kendine güveniyordu sonuçta mühendisti ve alet edevat işlerine alışıktı. Herhangi bir şeyi sıkı sıkı tutmasına gerek yoktu çünkü gidecek olan gider kalacak olan kalırdı ve o eller bunu engelleyemezdi ona göre.  Keşke kan oturana kadar tutsaydım dedi sonraları keşke kopsaydı o parmaklarım, seni bırakacağıma. 

“bak dedi bu küçük bir hafıza kartı buna bilgiler depolanıyor yarısı koparılmış, ben koparttım neden çünkü hayatımda artık başkaları yok ben o hafızadaki insanlar için çok şey yaptım ve onları hatırlamak istemiyorum. Şimdi yeni anılar yaşayacağız, yeni insanlarla ve bu siyah kutucuklar onların hepsini unutulmamak üzere hafızaya kaydedecek çünkü Dünya hanım sizinle yaşadığım her şeyi hatırlamak istiyor  ve unutmak istemiyorum. Anlatabiliyor muyum?”

Telefonuma mesaj geldi Melek i hastaneye kaldırmışlar ve geri zekalılar olarak bizi arıyorlardı. İkimiz de şok olduk ilk iki dakika oturduk ses çıkarmadan. Sonra kendimize geldik ve ben müthiş bir göğüs ağrısıyla fırladım ayağa hemen gitmemiz gerekiyordu. İkimizde yol boyunca hiç konuşmadık hastaneye girdik Peri dehşet içinde bana baktı neredesiniz der gibi. Hayatında hiç daha önce gündüz içmeyen Melek in içeceği tutmuştu ve tabi öğlen başlayınca bu onu fazlasıyla sarsmış ve kusmaya başlamış ne yapacağını bilmeyen sınıf arkadaşları hastaneye götürmüşler.

Odaya girdik beyaz hastane yatağında inleyerek yatıyordu kendimi çok kötü hissetmiştim, Uzay  “ben çıkayım”  dedi. O hastane odasında sanırım ayak ucunda duran bez kadar gereksiz hissettim kendimi ve sadece bakıyordum uyuyan Melek e.

Bi Melek yatıyordu karşımda bir de elimde küçük yeşil hafıza kartı sanki olan biteni hafızaya kaydediyordu……

23 Ocak 2016 Cumartesi



Aldanış......

Benim gözlerimdi, benim ellerimdi sanki onunkiler o kadar aynıydık ki beraber olduğumuz günlerde ve gecelerde eşitlemeye çalışırdık nefesimizi kalp kapakçıklarının kanı aynı anda pompalasını isterdik yoksa  sanki ayrı düşecektik. Benim nefesimi çekerdi  içine nefesim sin derdi. Ne oldu da nasıl oldu da başka bir nefesi içine çekecek kadar yabancılaştık ne oldu da gülüşünün yan tarafında oluşan çizgilerin sebebiyken şimdi o çizgiler oluşmaz oldu.

Zamanın geçmesini sağlayan olaylarmış şuan daha iyi anlıyorum zamanı sen geçiriyormuşsun. 

Zaman her şeyin ilacı diyorlar ya hayır zamandaki insanlar ilaçmış aslında. Zamanın geçtiği falan da yok yalan kum saatinin kumlarını oluşturan sadece anılar  o kadar.

Her gün bir olay oluyordu Melek ikimizin arasındaki etkileşimi hissettiğinden midir nedir  anlamsız şımarıklıklar yapıp duruyordu. Sanırım hayatının aşkı için savaş veriyordu. Bu hareketlerinin dikkat çekip duygularını açmaya fırsat kolluyordu. O kadar yoktu ki bizim için daha doğrusu benim için, Uzay beni sarıp sarmalamıştı beni galaksinin ortasına yerleştirmişti bütün gezegenlere de işte bu diyordu bu benim Dunyam herkes bunun etrafında dönecek. Güneş onu incitmeden doğup batacak ay da uyandırmadan hafif loş bir ışık verecek. Etrafımda bunlar olurken benim yüksek duvarlarım her gün biraz daha korumasız bir çember  haline geliyordu zaten böle ola ola da en zayıf noktam oldu hayatım boyunca. 
Akşam sürekli bizim evde toplanıyorduk muhteşem muhabbetler oluyordu. Ben hep mutfakta olurdum ortalığı toplama bahanesiyle ama içten içe O bir fırsatını bulur da mutfağa benimle yalnız kalmak için yanıma gelir mi diye beklerdim. Uzay ilk önce salonda oturur bir müddet beni bekler 

Melek in çırpınışlarına cevap verir sonra terlik sesi yavaş yavaş kapıya yanaşmaya başlayınca benim kalbim ağzımda atmaya başlardı. Kapı kolu sesi son uyarıcıydı ve

“Bir sigara içelim bari Dünya hanım” dedi  içerde bunaldığını belli ederek.

“Dünya hanım”  “hanım” ne özel bir laf ne kadar basitmiş gibi duran fakat içinde her şeyi barındıran bir hitap. Bana hanım dediği zaman kendimi onun hayatının en özel parçası gibi hissederdim  bir kelime ile bir insan diğerine aşkı, eşi, parçası, geçmişi ve geleceği diyebilir miydi işte hanım ile hepsini birden diyebiliyordu.

“İçelim Uzay Bey çayınız bitti sanırsam” dedim sırıttım. O da sırıttı

“çay bahane” deyiverdi ve Melek girdi içeri

“çay mı istedin ben koyardım neden zahmet ettin”

“sigara da içeceğim de ondan Melek. Sen de sigara dan hoşlanmıyorsun mutfakta içeyim dedim”

Sigaranın nadir yakıştığı adamalardandı bazı adamlar sigarayı bırakmamalılardı. Uzay ın bir gün başka bir nefes için sigarayı bırakacağına inanmazdım. Melek in duygularını o zamanlar içimde hisseder içten içe üzülürdüm ama alkol kanıma karışmıştı bir kere duramıyordum bana hissettirdiği duyguları bastıramıyordum.

“gıcıksın Uzay!”  dedim birden sigarasını çoktan yakmıştı ve dumanların arkasından bakıyordu bana.

“ya ben seninle muhabbet edemiyorum gerçekten biz neden seninle rahat olacağımız bir yerlere gitmiyoruz?”

“deli misin bizi topun ağzına koyarlar”

“sence bu benim umurumda mı” eskiden hiç bir şey  umurunda değildi ama şimdi………

“tamam yarın akşam buluşalım o zaman sadece sen ve ben bakalım benim çeneme dayanbilecek misin sana bir hak veriyorum bir saatten sonra sıkılırsan kalkalım dersin ben anlarım” suratıma bakıp güldü hep böyle gülerdi gülüşü bile bir şey anlatırdı sanki.

Bir sonraki akşam beni evden aldı ve biz şehrin en güzel kimsenin olmadığı bir kafenin, ki bu kafe sonradan yıkıldı, en üst katına çıktık ve sadece ikimizin oturup muhabbet edeceği bir loca ya oturduk. 
Sanırım benim Ona aşık olduğumu fark etmem tam da o gündü. Altı saat hiç durmadan konuştuk eli elime değmedi sadece konuştuk, yıllar geçtikçe ve O benden koptukça benim özlediğim hasretini çektiğim tek şey bir nehir gibi zaman zaman deli zaman zaman sakin akan konuşmalarımızdı. Altı saatin sonunda eve geldiğimde Peri ve Melek beni bekliyorlardı bir gariplik vardı ama anlamadım.
“ooooo  Dünya hanım hoş geldiniz gelmeseydiniz”
“hoş bulduk da hayırdır ?”
“nerdesinz Melek le çok meraklandık Uzay la bu kadar saat geçirince hayırlı bir haber verirsin diye bekledik dimi Melek”

Biraz önce de dediğim gibi Melek o kadar yoktu ki kafamda ben aynı salak bir balık gibi gülümsedim ve

“ne alaka anlamadım” dedim ve aslında konunun ben olmadığımı Melek olduğunu anladım o an bina yıkan top güllenin ilk darbesini almıştım. Benim en yakın arkadaşım Uzay ı seviyordu ve ben ile 
Uzay sanırım birbirimize aşık oluyorduk sonuç ……büyük bir kaos bizi bekliyordu. Bu kaostan birimiz ağır yaralı olarak çıkacaktık ve yoğun bakım ünitesine bağlı olarak hayatımızı birinin gelip fişi çekmesini bekleyerek geçirecektik. Acaba kim olacaktı bu!!!??

 Melek kalktı yanıma geldi gözümün içine içine baktı o melek gibi kız gitmiş hırsından kudurmuş bir yaralı bir ruh görüyordum karşımda. Ben o anda buna da aldırış etmedim sonuçta üzülüyordu.

“Dünya ben Uzay ile evleneceğim biliyorsun bunu dimi!”  dedi. Yıllar sonra o an saygı duyduğum aşkın aslında kişisel hırs mıydı anlamıyordum. Açıkçası anlamaya da çalışmadım.

“Melek çim hayırdır beni de mi kıskanmaya başladın” deyip karşı atağa geçtim.
Peri gözlerini kocaman açmıştı ikimiz arasındaki elektrik birden artmıştı ve ben

“Bana bakın kendinize gelin ne demeye çalıştığınızı anlamıyorum anlamak da istemiyorum belli ki bu gece bayağı gaza gelmişsiniz eğer bir şey ima ediyorsanız hemen şimdi bunu söyleyebilirsiniz biz de yolumuza başka türlü devam ederiz şimdi ben odama geçiyorum düşünün taşının  bu konuyu yarın sabah konuşur neymiş derdiniz anlayalım. Şimdi ben uzun bir sohbetin tadını bozamıcam yatıyorum.”

Eşyalarımı aldım ve odamın kapısını sert bir şekilde çarparak kapattım.

Kapatabilmiş miydim acaba bu kapıyı tamamen yoksa aklımın arka tarafında ne yapıyorsun dünya dememiş miydim hiç. Hayır, hiç bu soruyu sormamıştım o kadar emindim ki hayatımdaki her şeyden.

İlerde soracaktım tabi nedenler, nasıllar, ne zamanlar ama şimdi hiç sırası değildi şimdi ellerimi ellerinle beraber görme zamanıydı, gözlerimi gözlerin, kalbimi kalbin yapma zamanıydı. Bir insanın yanından geçtiğini yada etrafında olduğunu görmeden hissetme zamanıydı, bakışmamıza konuşmamıza gerek kalmadan anlaşma zamanıydı. 

Bir keresinde bana seni hissediyorum demişti kızdığın zamanda vücudunda gezen elektriği, birine gösterdiğin şefkati nasıl göstereceğini ya da o taş gibi duran görüntünün aslında o an hıçkıra hıçkıra ağlamak için bir yer arayan gözlerini kamufle etmek için takındığın tavır olduğunun hissediyorum. Sen ister inan ister inanma ama ben seni bütün hücrelerimle hissediyorum. İki adet kafası yerinde olmayan delinin çıldırma zamanıydı bilmiyorduk ki bütün insanların sadece bize karşı olduğunu  nedenini de hiçbir zaman anlamayacaktık.Neden aldandık ne çabuk aldandık... Ve bıçak bir tur daha döndü……