Hayattaki
en önemli iki kelime
On sene sonra karşımda
duruyordu saçları dökülmüş, göbeklenmiş, eskiden gözlerinin içi gülen adam
yoktu karşımda.
“Hoş geldin”
“Hoşbuduk”
Kapıdan içeri girdi on
sene önce öğrenci evimize gizli gizli girer gibi fark ettim tedirginliğini
“rahat ol bu şehirde
giren çıkana bakmıyorlar hatta çoğu insan benim burda yaşadığımdan bile
habersiz artı görseler bile sormaya cesaret edemezler eskidendi o”
“ne bilim eskiden kalma
bir alışkanlık sanırım”
Geçti oturdu salonumun
en sevdiğim köşesine her zaman orda hayal etmiştim O nu zaten. On sene boyunca
eğer bir gün gelirse nereye otururdu, evimi beğenir miydi, kahve içer miydi
eskisi gibi az şekerli ya da sigara, hep bunları merak etmiştim.
“evin çok güzelmiş sen
bayağı ev kurmuşsun ben hiç böyle hayal etmemiştim aslında ama her zaman ki
gibi çok zevkli döşemişsin”
Sadece O’nun
anlayabileceği bir gülücük attım iltifatına karşılık olarak.
“Sağol biliyorsun evin
sıcak olması önemli; bir evi ev yapan yırtılmış koltuk kılıfı, eskimiş yemek
masası ve kullanılmış halıların eve kattığı yaşanmışlık havası yeni eşyalar eve
alışana kadar öle cillop gibi ortada durması beni hala mobilyacıdaymış gibi
hissettirir. Onun antikacıların ayrı bir severim bilirsin”
“Bilirim bilmem mi
çukurcumayı az arşınlamadık sayende her bir kahve fincanına tek tek inceleyip
okşamanı hayranlıkla seyrederdim”
Tam bu sırada salonu
süzerken evin her köşesinde bir anı vardı kanepenin yanında bana doğum günümde
aldıkları kocaman eski bir sandık duruyordu Allahtan içini açmadı yoksa bütün
on yılın arşivi çıkacaktı gereksiz yere. Büfe aynasının önünde bana Öğretmenler
gününde aldığı el yapımı ahşap mücevher kutusu vardı , kitaplığımda Oğuz Atay
Tutunamayanlar ve Nietche nin gözyaşları ve bana giderken verdiği Zara nın
nostalji albümü (daha doğrusu kaset).
“Etrafa bakıyorum
da…” evet yakalandık dedim içimden!
“hep eski eşyaları
almışsın evine antika tarzı”
“hmmm evet severim
bilirsin eskiyi”
“ her şeyin eskisi
makbul öyle mi?”
“ öyleydi bir zamanlar
ama şimdi bir zamanlar senin de dediğin gibi arkaya bakmamak lazım” öldürücü
ilk darbemi indirdim.
“ Eyvallaaaaaah” dedi
pişman ve ben bunları çoktan hak ettim der gibi.
“Nasıl dokundun?” dedim birden sanki tek atımlık bir hakkım
vardı ve ben zamanımı iyi kullanıp kafamdaki soruları cevaplamalıydım ole bir
telaşla sordum
Gözlüklerini çıkardı
sinirlendiğinde hep gözlüklerini çıkarırdı o huyu bile değişmemişti. Başını
dayadı eline ve derin bir nefes alıp.
“bunları konuşmasak!”
“Aklım almıyor biliyor
musun O nun yaklaşmasına bile tahammül edemeyip, benim yanıma kaçarken, bunu da açık açık
belli ederken, hal böyleyken nasıl nasıl onunla aynı yatağı paylaştın? O nu nasıl öptün? Benim kokumu içine çektiğin gibi onun da
kokusunu çektin mi? Gözlerinin içine
bakıp nasıl evet dedin, hadi evet dedin bunun doğru olduğuna nasıl inanarak
yaşadın? Butun bunları merak ederek ve mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır
diyerek yaşadım ve şimdi bu açıklamayı duymak istiyorum!”
“Her seyden önce sen benden nasıl vazgeçtin? Beni nasıl bıraktın ses seda kesildi nasıl
beni yalnız bıraktın başka bir hayata
gidiyordun ve o hayatta benim yerim yoktu sanki
oyle davranıyordun”
“sen de en yakın limana
yanaştın bravo !”
“ Ailen senin için muhteşem
izdivaçlar planlarken beni düşünmüyordun heralde!”
“Sen Melek ile ateşli geceler yaşarken beni
düşünüyor muydun?! Mesela ilk
öpüşmenizde kulağına fısıldadığın sözleri söylememi ister misin? Uzattığın sene
beraber ders çalışırken senin nasıl ondan özür dilediğini yaptıklarından pişman
olduğunu gerçek sevgiden nasıl bahsettiğini
ayrıntılı bir şekilde anlatmamı ister misin ya da yumuşak donunuslarınla
nasıl onu tahrik ettiğini anlatayımmı çünkü sen bu konuşmayı yapıp evden çıktıktan
on saniye sonra Melek hepsini mutluluğunu paylaşmak adına bana anlattı tabi ki !!!!”
Yüzünde donmuş bir
ifade vardı ayrıntılar bu şekilde olmasa dahi ortaya çıktıkça ikimiz de ne
salak olduğumuzu düşünüyorduk. Sonuç
olarak yeni bir şeye başlıyorduk ama ikimiz de neye başladığımızı bilmiyorduk
bu kadar şeyden sonra birbirimizi görmememiz mümkün değildi O da ben de bunu
gayet net biliyorduk.
Nasıl olmuştu da biz
birbirimizi bırakmıştık bilerek
isteyerek kızarak gurur yaparak ama konuşmadan hesap sormadan nasıl bu hale
gelmiştik ikimiz de anlamıyorduk.
2002/bir Şubat sabahı
Karlı bir sabahtı
kızlar okula gitmişti ben evde tek
başıma kalacaktım ama kar da çok güzel gözüküyordu. Telefonum çaldı Uzay
“Neden gelmedin okula
muhteşem bir manzara var senin de olman lazım”
“ya üşendim biliyorsun
bizim ev çok yokuş ve dolmuşlar çıkamıyor ben de inemiyorum falan”
“hmmm peki sen bilirsin
ama sensiz olmuyor soliiim hem kafama kar topu atma zevkini kaçırıyorsun
haberin olsun”
Güldüm , kızlar dahil
bir onun aklına gelmiştim dumanı tüten çayımı aldım yanında petibör bisküvimle
camın kenarına oturdum. Uzay aslında ozunde çok düşünceli bir çocuktu ama maalesef konuşmayı
beceremiyordu. Ben onu anlıyordum sanki
kafasını okuyordum tabi o da benim ilginç bir telepatik bir bağ vardı aramızda.
Aradan tam bir saat geçti kapı çaldı açtım karşımda Uzay hertarafı kar. Pat
diye karı üstüme attı.
“ya Allah kahretmesin
naaaptın ya deli misin sen bu ne ya off!”
“aslında cok deli
değilim hatta gereğnden fazla ciddiyimdir ama sen bana atamıosan ben sana atiim
dedim”
“saol geç içeri geç ya
of üzerimi değiştiriiim bari bekle !”
“oooo Çaylarrrr içilmiş
bana da veririmisin bir çay”
Az yede kendine bir
hizmetçi tut dedim içimden ve aynı anda “ ben de cok oluyorum dimi” dedi. Hiç
ses çıkarmadım.
Çaylarımızı ve
bisküvilerimizi camın kenarındaki içine gömülebildiğimiz koltuklarda içreken
hayattan, aşktan, okuldan işten aileden sohbet ettik tam 5 saat aralıksız
konuştuk. Konuştukça içimiz tertemiz oluyordu sanki, ruhumuza bir nev-i hamamda
kese atıyorduk. Tam bu konuşmanın en
alevli yerinde kızlar ve Yağız geldi.
“aaaa Uzay senin ne
işin var burda biz de seni aradık bulamayınca eve gitti yada babası çağırdı
zannettik” dedi Peri.
Melek in yuzu siyaha
kesti birden ben anladım ama konduramadım, Uzay da Melek e baktı ama sonra cok
ilginç bir cesaretle
“Dünya ya kar atmadan
bugünü bitiremezdim bir sıfır öndeyim artı
şu çay ve bizküvi kombinasyonuna hayır demem çünkü Dünya bana hazırladı”
Uzay bu kadar şey
söylerken Melek in yüzü daha beter siyah oluyordu sonunda
“Allaaaaah Dünya bir
bisküvi yapar kıymete biner bizim yaptığımız poaca börekler hiç yani”
“aaa yok canım onun
yeri ayrı bisküvi ve çay benim çocukluğuma ait bir tad ondan diorum”
“hmmm Dunyacım Uzay a
taş kaynatsan ellerine sağlık dicek hay maşallah aranızdan su sızmaz olmuş”
sürekli bu iğnelemelerle dolu bir akşam geçirdim. Benim de huyum kurusun birşeye
taktım mi üzerine giderim o akşam Melek in saçma kıskanması yüzünden (tabi ben
ozaman ole düşünüyordum) ben de savaş
alanımı belirleyip karşı atağa geçtim bir seviye ileri gidip Uzay ile partner
olduk birbirimize partnırım diye hitap ediyorduk artık ve Melek sanırım acillik
duruma gelmişti. Çünkü onun 8 ayda bulamadığı samimiyeti ben iki ayda elde
etmiştim.
Yagız ve Uzay gittiler
ben ortalığı toplamaya kalktım Peri salona girdi beni Melek in huysuzluğu
konusunda uyardı ama benim cok umrumda değildi cunku ortada yanlış bise yoktu
bu tamamen Melekin husnu kuruntusuydu.
Mutfaga girdim bizimki
sinirini atamamış bir sigara yaktım ben sigara yaktığımda genelde hemen kaçar
giderdi kokmasın diye. Bu sefer dumanın içinde durdu.
“bir kahve mi içsek
kızlar?”
“bugun de Dunya hanımın
hamaratlığı içeceklerden yana içelim bakalım”
“amanda kimin arkadaşı
sinirlenmiş bugun kızım benden mi kıskandın Uzayı ya sen de varya alemsin ha
kuşum rahat ol sen manyak mısın ya “ diye ortalığı sakinleştirmeye
çalışırken Melek bunu yanlış anladı ve
ben özür diliyorum zannetti ve o ana kadar kapasitesini cok zorlayan daha once
hic bole beylik laflar etmediği için alışık olmadığımız Melek aşktan ne
istediğini bilen hırslı bir kadın olmuştu karşıma oturdu gözlerime baktı
“Bak Dunya şu hayatta çok şey görmedim belki çok kucuk
bir çevrenin kızı olarak geldim safım ama aptal değilim ben. Su hayatta “seni
seviyorum” dan daha önemli bir cümle ne biliyor musun “seni bırakmam” ben Uzay
ı asla bırakmıcam belki ilk baslarda bu ona ters gelecek ama o da bir gun benim
sevgimle sarmalanmayı sevecek , o gun geldiğinde ruhlarımızın da uyumlu
olduğunu anlıcak. Ben onu bırakmıcam her zaman iyi gününde kotu gününde her
zaman yanında olacagım, gerekirse yaralarını sarcam ve ben sabrettikten sonra
biliyorum ki o da beni sevecek isticek mutlu buyuk bir aile olacağız” dedi .
Bunlar cok buyuk laflardı ve bana söylemişti bunları. Sigaramı söndürdüm ,
kollarımı masaya dayayıp Melek e doğru hafif eğildim neden böyle bir şey
soledim ozaman ben de bilmiyorum ama söyledim işte bilmiyorum
“Melekcim senin rahatsızlığını anlıyorum ama çok fazla
düşünüp kendini yoruyorsun ben ise tam tersini düşünürüm seni seviyorum olmadan
seni bırakmam olmaz olamaz kendini kandırırsın ve ben hep fiziksel aldatma ve
aldanma acı verir ama bir adam sana bakarken başka birini düşünüyorsa istediği
kadar seni bırakmasın sen daha çok acı çekersin tabi bu sadece benim düşüncem”
Bana ozaman anlamadığım
fakat şuan tam olarak anladığım acıyan gözlerle bana baktı ben de ona bir gülüş
attım o olayı kapattım daha doğrusu ben kapatığımı zannettim. Meğer Melek ne kadar verici ne kadar hedefe
odaklı ne kadar aşıkmış çünkü ancak aşık bir kadın bu kadar ister birini. Bu
anlamda ona hep saygı duydum. Kendime
ise kızdım neden bu kadar gururlu neden bu kadar inat davrandım diye.
Ben o andan itibaren O
nun için tehlike arz ediyordum çünkü karşısında frekansların tuttuğu bir çift
görüyordu. Aralarına giremiyordu çünkü ne dediklerini anlamıyordu ve bu çok
sinirini bozuyordu. İlk zamanlar bunu açık ve net bir şekilde belli ediyordu
ben hiç oralı olmuyordum çünkü geçecek diyordum anlıcak bizim muhabbet için
biraraya geldiğimizi Allahtan Peri de benim gibi düşünüyordu aradaki dengeyi
sağlıyordu. Hoş şimdilerde keşke dengeyi sağlamasaydı keşke herşey patlak
verseydi ne olacaksa o zaman olsaydı.
Melek bir hafta sonu
ailesine ziyaretine gitti ve dönüşünde bambaşka bir kız olarak gitti tamamen
pozitif neşeli ve grubun enerjisini düşürmeyen biri olmuştu ilk olarak ben
sonra diğerleri buna çok sevinmiştik.
Örümcek ağını kurar ve
orda beklemez geri çekilir bir iki tane kelebek gelir yapışır mı diye. Ag ilk başlarda
gözükmez günün rengindedir hiçbirşey yoktur görünürde kelebek bir tur atar ,
iki tur atar üç tur atar tam emin olamaz onun güvenini kazanması gerekir ama
işte kelebek bu ya delidr uçar umrunda değildir bir şey çünkü zaten kısadır
ömrü en iyi şekilde yaşamak ister. Ağın
altındaki çiçekleri görür aşık olur ama huzursuz olduğu da bir şeyler vardır
bir türlü gitmez. Sonunda bir gün karar verir çiçekleri gidecektir onlara
konacaktır aşık olup ölene kadar onların etrafında uçacaktır. Kanatlarını
çırpmaya başlar evet artık ömrünün sonuna kadar aşık olduğu çiçeklerin yanında
uçacaktır. Tam yaklaşmışken o kelebeğe aşık olan örümceğin ağına takılır can
çekişir örümcek anlamaz, istemiyordur orda olmak ama oraya takılmıştr bir kere
kendi kararıdır ordan geçmek. Örümcek “seni bırakmam” der madem beni seçtin
madem sen benden geçtin seni bırakmam göreceksin seni dünyanın en mutlu
kelebeği yapcam. Örümceğin
fedakarlığından dolayı kelebeğin ömrü uzar ama ruhu çoktan ölmüştür kelebeğin.